28 Mart 2013 Perşembe

Kuş olmak

Ben küçükken, yan tarafımızda oturan benden büyük bir kuzenim iş nedeni ile şehir dışına yerleşmişti. Uzak bir şehre öğretmenlik yapmak için tayini çıkmıştı. Ben ilkokula gidiyordum o sıralar. Annem mektup yazın demişti. O uzakta ya böyle iletişim kurarsınız demişti. Mektupta ne yazılır hiç bir fikrim yoktu.Aldım beyaz kağıdı, yazmaya başladım. Sevgili kuzenim dedim ve o gün neler yaptığımı anlatmaya başladım. Böyle böyle mektuplar gidip gelmeye başladı.Tabii o zamanlar cep telefonu ve bilgisayar yok.Sonra anneme başka nasıl şeyler yazabilirim diye sordum, yazdıklarım beni tatmin etmemiş demek ki. Dedi ki bana, bir kuş olsam pencerene konsam şu an neler yaptığını izlesem gibi şeyler yazabilirsin dedi. Çocuk aklımla kuş olsam fikri çok hoşuma gitmişti, içeriğini anlamasam da uzun yıllar kuzenimle mektuplaştık bu şekilde.Sonra düşündüm kuş olmak ne demekti benim için? İnsan dediğin nasıl kuş olurdu ki? Öyle olsa kuş olarak dünyaya gelirdik değil mi? Kuş olmak o zamanki aklımla özgürlük demekti benim için.Bembeyaz kanatlarını çırparak hayal edemeyeceğin kadar güzel yerlere gitmek, konaklamak, arkadaşlık etmek demekti. Bir de sadece kendin olmak demekti. Başka bir role gerek kalmadan. Kendin olup semalarda süzülmek, herşeye kuşbakışı bakmak demekti.Kuş olup pencereye konmak demek ise; zamanda yolculuk etmek demekti benim için. Hala bunun hayalini kurduğum zamanlar oluyor. Ne vakit bulunduğum andan mutlu olmasam, gözlerimi kaparım, kimi görmek istersem veya nerede olmak istersem onu hayal ederim. Mesela tatile ,denize gittiğimi hayal ederim. Kaparım gözlerimi, şezlonga uzanmışım, akşamüstü güneş yavaştan kızıla çalmakta. Kulağımda dalgaların sesi. Gün yavaş yavaş batmakta. Hafif bir esinti olmuş, biraz üşümüşüm, havlumu almışım üzerime.Sadece o an var, başka hiçbir şey yok. Huzurun dingin sessizliği, sadece dalga sesi.Bir zaman makinası icat edilse nereye ve hangi zamana gitmek isterdiniz? Geçmişe mi geleceğe mi? Ya da şu anda memnun musunuz olduğunuz yerden ve andan? Bir kuş olsam diye geçiriyor musunuz içinizden hiç?

19 Mart 2013 Salı

Şarkı

Muhteşem sözler, paylaşan sevgili arkadaşım Nuray'a teşekkürler.

Mercedes Sosa - Gracias a La Vida - Hayata Teşekkürler Gracias a la vida

gracias a la vida, que me ha dado tanto.
me dio dos luceros, que cuando los abro,
perfecto distingo lo negro del blanco,
y en el alto cielo su fondo estrellado,
y en las multitudes el hombre que yo amo.

gracias a la vida, que me ha dado tanto.
me ha dado el oído que, en todo su ancho,
graba noche y día grillos y canarios
martillos, turbinas, ladridos, chubascos,
y la voz tan tierna de mi bien amado.

gracias a la vida, que me ha dado tanto,
me ha dado el sonido y el abecedario.
con él las palabras que pienso y declaro,
"madre,", "amigo," "hermano," y los alumbrando
la ruta del alma del que estoy amando.

gracias a la vida, que me ha dado tanto.
me ha dado la marcha de mis pies cansados.
con ellos anduve ciudades y charcos,
playas y desiertos, montañas y llanos,
y la casa tuya, tu calle y tu patio.


gracias a la vida que me ha dado tanto.
me ha dado la risa, y me ha dado el llanto.
así yo distingo dicha de quebranto,
los dos materiales que forman mi canto,
y el canto de ustedes que es el mismo canto.

y el canto de todos que es mi propio canto.
gracias a la vida, que me ha dado tanto

-----------

Teşekkürler hayat

Bana çok şey veren hayata teşekkürler
her açtığımda, beyazdan siyahı
gökyüzünün derinliklerindeki yıldızlı görüntüyü
ve de insan kalabalıklarının içinden sevdiğim insanı
ayırt etmemi sağlayan, iki göz verdiği için teşekkürler
Bana çok şey veren hayata teşekkürler
gece ve gündüz demeden,
ağustos böceklerinin, kanaryaların şarkılarını
çekiç ve motor seslerini, köpek havlamalarını, fırtınaları
ve sevdiğimin narin sesini
bütün genişliği boyunca boyunca kaydeden şeyi,
kulağı verdiği için teşekkürler
Bana çok şey veren hayata teşekkürler
haykırıp düşünebildiğim kelimeleri
anne, arkadaş, kardeş, yanan ışık gibi kelimeleri
ve sevdiğim insana giden ruhumun rotası gibi kelimeleri
düşünüp ve açıklayabilmem için bana
sesi ve alfabedeki kelimeleri verdiği için teşekkürler
Bana çok şey veren hayata teşekkürler
onlarla şehirleri, göletleri, deniz kıyılarını
çölleri, dağları ve geniş düzlükleri
ve senin evini, sokağını ve bahçeni gezdiğim
yorgun ayaklarımın yürüyüşünü verdiği için teşekkürler
Bana çok şey veren hayata teşekkürler
yıkıntılardan ayağa kalkışı ayırabilmeyi
şarkımı oluşturan, sizin şarkınızla aynı olan şarkıyı oluşturan,
iki temel maddeyi; gülücüğü ve gözyaşını verdiği için teşekkürler
Herkesin şarkısı olan benim kendi şarkımı..
Bana çok şey veren hayata teşekkürler...

18 Mart 2013 Pazartesi

Ayna

Bu hafta bir hikaye  anlatacağım.
Uzak diyarlardan birinde ufak bir kız yaşarmış. Beş yaşlarında sarı bukleli şirin mi şirin bir kız çocuğu. Evin tek kızı imiş. Anne ve babası ile küçük bir kasabada yeşilliklerin içinde mutlu mu mutlu yaşayıp giderlermiş.
Günlerden bir gün seyyar bir satıcı gelmiş kasabalarına. Sırtında eski püskü bir çuvalı ile bir şeyler satıyormuş.
Ufak kız,  arkadaşları ile evlerine yakın bir sokakta oynarken çuvalı taşıyan bu yabancıyı farketmişler. Nasıl farketmesinler, ufacık kasabada herkes birbirini tanıdığından, yabancının farkedilmemesi imkansızmış zaten.
Hemen yabancının peşine takılmışlar. Yabancı tek tek evlerin kapısını çalıyor ve var mı istediğiniz bir şeyler diye soruyormuş.
Evlerinin kapısını açan kasaba sakinleri önce bu yabancı karşısında şaşırıyorlarmış. Sonra da ne satıyorsun diye soruyorlarmış.
Yabancı, bahçeli ufak bir evin kapısını çalmış.Tombul orta yaşlarda bir kadın açmış kapıyı. Buyrun demiş kadın, birşeyler mi satıyorsunuz diye gönülsüzce sormuş adama.
Yabancı satıcı bu soru karşısında önce derin bir nefes alıp çuvalını yere bırakmış. Bir soluklandıktan sonra; neye ihtiyacınız var diye sormuş kadına. Beklemediği soru karşısında afallayan tombul ev sahibesi, aslında bugünlerde kendimi iyi hissetmeye ihtiyacım var, mutsuzum ama bana ne iyi gelir bilemiyorum demiş. Bir de karşılığında verecek param yok, gördüğünüz üzere iyi bir müşteri değilim demiş.
Kahramanımız ufak kız çocuğu, evin dış sokak kapısından tüm olan biteni izlemekte imiş. Ne tuhaf diye düşünmüş, bütün konuşulanları duyduktan sonra. Parasız alışveriş mi olur?
Yabancı satıcı, gözlerini uzun uzun tombul ev sahibesinin gözlerine dikmiş. Gözlerinin derinliklerinde kaybolmuş. Dikkatlice bakınca kadının gözlerinin parlamadığını renginin soluk olduğunu farketmiş. Ona lazım olan tek şeyin, unuttuğu yaşam enerjisinin hatırlamak olduğunu sezmiş. Dikkatlice bakınca aslında, kadının az önce ağladığını, kapıyı açtığında kadının gözlerinin hala nemli olduğunu anımsadığını farketmiş.
Ben demiş adam, size mutluluk veremem ama küçük bir ayna verebilirim, her sabah uyandığınızda bu aynaya bakıp aklınıza gelen ilk olumlu cümleyi söyleyip 10 saniye beklemenizi istiyorum. Günler geçtikçe böylece kendinizi daha iyi hissedecekseniz demiş. Bunu kendinizi tamamen iyi hissedene kadar devam ettirmenizi istiyorum demiş.
Tombul kadının gözlerinden birden  sağanak şeklinde yaşlar süzülmeye başlamış ve demiş ki ben çok sevdiğim eşimi önceki yıl  kaybettim. O kadar mutlu bir yaşam sürdük ki beraber, onu kaybedince yaşama küstüm, aslında ben de gitmek istedim peşinden ama gidemedim  demiş. Önerinizi deneyeceğim teşekkür ederim demiş.
Bu sırada yabancı satıcı çuvalından küçük, kenar simleri silinmiş ufak bir ayna çıkarmış ve kadına vermiş. Kadın teşekkür ederek peki karşılığında ne vermeliyim size demiş.Yabancı, birşey istemem, siz duygularınızı paylaşarak en güzel hediyeyi verdiniz aslında demiş. Tek ricam, ayna ile işiniz bittiğinde şu kapıda bekleyen ufak güzel kıza onu vermeniz.
Kimbilir günün birinde belki onun da ihtiyacı olabilir demiş ve yoluna devam etmiş.
--
Bu sabah uyandığımda böyle bir hikaye yazmak geçti içimden.Dedim ki kendi kendime; bir ayna alsam elime, uzunca bir süre ona baksam. Sadece baksam. Beklesem ve baksam, o anı sonsuza kadar yaşasam, sadece ben olsam nasıl olurdu? Ben ayna olsam ayna ben olsa, benle aramda hiçbir duvar olmasa, herşey şeffaf olsa nasıl olurdu?
Ne dersiniz? Sizin var mı aynaya ihtiyacınız? Ya da şöyle sorayım. Bu hikayede siz hangisisiniz? Okurken, satır aralarında hangi kahramana yakın hissettiniz kendinizi? Meraklı ufak kıza mı, yabancı satıcı bilgeye mi yoksa yaşama küsmüş ev sahibesine mi?

15 Mart 2013 Cuma

Bir nefes

Günümüzde ne kadar çok koşturmaca içinde yaşıyoruz değil mi?
Özellikle büyükşehirlerde yaşayanlarımız, bu koşturmacadan çok fazla nasibini almış durumda.
Haftaiçi örneğin, işe giderken sabah erken kalkılacak, yollara düşülecek, varsa işyerinin servisine binilecek, servis yoksa erken kalkıp toplu taşıma araçlarına binilecek, arabanız varsa da  önünüze park edenin çıkmasını bekleyeceksiniz.
Plazada calışyorsanız bir robot gibi kimlik kartınızı gösterip, modern havasız hapishanelere girmek de cabası. Labirent faresi gibiyiz.
Hele ki İstanbul gibi bir metropolde yaşıyorsanız trafik en büyük düşmanınız olmaktadır. Azıcık yağışta tıkanan köprüler, yolda geçirilen beyhude zamanlar. 
Haftaiçi yaşanan maraton, haftasonunda da tam gaz devam etmektedir. Haftaiçi ilgilenilemeyen ev, alışveriş işleri haftasonuna bırakılır. Çocuklar kurslara dershanelere bırakılır, onların sosyal işleri ile ilgilenilir, arada azıcık vakit kalırsa kuaföre ya da berbere gidilir, uzun zamandır vakit ayrılamayan dostlara ,akrabalara kısa zaman dilimlerinde vakit ayırarak gönüllerini almaya çalışırsınız.Günün şanslısı iseniz gece sinemaya gitmek için bile vakit kalabilir.
İçiniz sıkıldı di mi, okurken cümleler bile koşuyormuş gibi geldi bana, dürüst olmak gerekirse ben bile yazarken sıkıldım.
Tüm bu koşturmacanın nasıl geçeceğine  sabah uyanır uyanmaz karar veriyoruz aslında.
Her sabah bardağın boş tarafını görüp, negatifliklere odaklanmak da  aslında bizim tercihimiz.
Olaya farklı bakış açışı ile bakmayı denesek günümüz nasıl geçer bir düşündünüz mü?
Bardağın dolu tarafını görerek yani, mesela önce şükrederek başlasak günümüze. Her sabah uyandığımız için, bir derin nefes alabildiğimiz için şükretsek nasıl olur?
Sağlığımız yerinde olduğu için, sevdiklerimiz olduğu için ,eşimiz sevgilimiz çocuklarımız hayatta oldukları  için, onlara sevgimizi ifade ettiğimiz için, oturacak bir evimiz, gidilecek bir yolumuz, çalışacak bir işimiz, ihtiyaçlarımızı karşılayacak paramız ve yapılacak işlerimiz, varılacak hedeflerimiz  olduğu için şükretsek  nasıl olur?
Yaşanan onca karmaşanın arasında bir an dursak kendimize baksak, farkında olsak, ne yaptığımızın, ne söylediğimizin, kim olduğumuzun?
Hazır bahar geliyorken  bir derin nefes alsak nasıl olur?

5 Mart 2013 Salı

20 saniye

Bir 20 saniyeniz var mı ?
Merhaba, güzel verimli farkındalık dolu bir haftasonundan çıkmanın heyecanı var hala üzerimde.Yeni şeyler öğrenmek o kadar güzel ki. Ben bugün size, dün izlediğim ve etkilendiğim bir filmden bahsetmek istiyorum.Yukarıdaki cümle de o filmdeki bir replikten.
Yabancı bir aile filmi. 4 kişilik bir aile, annenin ölümü ile 3 kişiye düşüyor. Bir baba, ufak 5-6 yaşlarında dünya tatlısı bir kız, 13 yaşlarında bir ergen erkek çocuğu ve tüm parasını ufak kızını mutlu etmek için, hayvanat bahçeli bir ev satın alan  baba  var filmde.
Baba, oğlu ile çatışmalar yaşıyor. Sonra bir şekilde iletişim dilini kurmayı başarıyorlar. Çocuk, bir kızdan hoşlandığını ama onunla konuşamadığını söylüyor. Baba şöyle diyor: Sadece 20 saniyelik bir cesarete ihtiyacın var diyor. Sadece 20 saniye.
Ben çok etkilendim, bu cümleden. Bana dokundu çünkü. Sizler de bir düşünün. Sadece 20 saniyelik bir cesaretiniz olsa idi ne yapardınız? Kime neyi söylerdiniz? Duygularınız ne olurdu? Söylenecek bir cümle değiştirir miydi hayatınızın akışınızı? Kaçırılmış fırsatlar olur muydu hiç hayatınızda?
Haydi bir adım ileri götürelim  bunu.
20 dakikanız var sadece şu hayatta. Sadece 20 dakika.......20 dakika sonra bu alemde yoksunuz.
Birini arar mıydınız? Ya da ilk kimi arardınız, ne söylerdiniz, içinizde kalmış, paslı puslu haritalarınız var mı? Ya kalbini kırdıklarınız? Vicdanınızda bastırdığınız ufak çığlıklar var mı, üstünü örttüğünüz?Yaşayamadığınız aşklarınız, sevginizi söylemediğiniz dostlarınız, aileniz, cocuklarınız var mı? 20 dakikada ne yapardınız siz?
Bir düşünün bakalım, hangisini düşünmeye ihtiyacınız var? 20 saniyelik cesarete mi? 20 dakikanızın kaldığını bilmeye mi?