İlkokulda otoriter bir öğretmenimiz vardı. Öğretmenimiz
kendince sınıfın parlak öğrencilerinden bir grup oluşturup derslerden sonra
bizleri o zamanki Anadolu liseleri, parasız yatılı ve özel okul sınavlarına
hazırlardı. O dönemde sınavı kazanmalıyım diye kendime hedef koymuştum. Yıllar
sonra, annemin anlattığına göre sınav giriş parasının bir kısmını kendimce biriktirmişim. Bizimkiler, 3
çocuk okutan bir işçi ailesi olarak bu kız kazanırsa nasıl okuturuz telaşına
düşmüşler. Ama bilmezler ki çocukların
para ya da zaman algısı yoktur. Benim de yoktu, o yüzden onları anlamazdım.Yine
de sınavlara girdim.
Sınav, yaşadığımız ufak kasabanın bağlı olduğu ilde yapıldı.
O kadar çok heyecanlanmıştım ki sınavda bildiklerimi bile yapamamıştım ve çok
üzülmüştüm.O yaz bir akrabamızın köyüne
ziyaretine gitmiştik.O sınav anını düşünüp zihnimde soruları tekrar cevaplandırmıştım, zamanı o kadar çok geriye sarmak
istemiştim ki ,sınavı tekrar yapabilmek için. Keşke zaman makinesi olsa diye
düşünmüştüm..
Sanırım o kadar içten istemişim ki okula kayıt olmayı,
kontenjan vs ye bakılınca zaten tek tercihimiz olan İstanbul'daki Cağaloğlu
Anadolu Lisesine kayıt oldum.
Küçük yerlerde tüm törenler bir seremoni halinde yapılır. İstanbul a
okumaya geleceğim zamanı çok net hatırlıyorum.Tüm komşular evde toplanmış,
herkes bana veda ediyordu. Ben sadece izliyordum. Ablalar bana ilerde başıma gelebilecek
regl vs gibi konularda kendilerince bilgi veriyorlardı, toplumsal imece bu
sanırım. Babam beni okula götürecekti. Annemin bana sarılıp bırakmayışını hiç
unutmam, bir anne olarak uzaklarda okumamı hiç istememişti o dönem. Babam çok
destek olmuştu.Yıllar sonra bir uzmanla geçmişimle ilgili
konuşurken, bu anıyı anlattığımda sorduğu soru, o anı üzerinde tekrar düşünmeme sebep olmuştu:
Sahi sarılıp bırakamayan gerçekten annem miydi ben miydim acaba? Sanırım bunun
cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Yatılı okula 11 yaşında başlayınca o vakitler en çok yokluğunu hissettiğim şey anne baba sevgisi idi. O zamanlar yatakhanede 20 çocuk kalabalık bir aile gibi görünse de herkes hafta sonu
eve gittiğinde siz değerli yalnızlığınızla başbaşa kalırdınız.
İlk regl olduğum günü hatırlıyorum mesela. Ablaların
anlattığı kulaktan dolma bilgilere sahiptik. Yaşdaşlarımız regl olduğu için biz
de bunu büyümenin bir işareti saydığımızdan yanımızda hep bir ped taşırdık. İlk
regl olduğumda annemi aradım heyecanla jetonlu telefonla. Anne ben regl oldum
dedim. Sevgi ve ilgi bekleyen bir çocuk olarak. Sanırım 12 yaşında idim. Bazen
beklentiniz 550 km uzakta olan birine
bir jetonla yansımayabilir. Annem de sanırım vicdan azabının ve ne diyeceğini
bilememenin etkisi ile ben uzaktan ne yapabilirim demişti.O yaştaki bir çocuk
için büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım.
Okul hadememiz bir gün bizimkiler telefon ettiğinde bu kızı alın okuldan çok
ağlıyor demiş. İlk 2-3 ay alışmak çok zor gelmişti. Ben de telefonda alışamadığımı ve
beni alın diye söylermişim telefonla. Miş'im diyorum çünkü hafızam bir çok olayı
silmiş görünüyor.
Sonra annemle babam bana bir mektup yazdı, güçlü olmam
gerektiği ve okumak için biraz sabretmem
gerektiği ile ilgili. Mektuptan sonra
hala beni okuldan almalarını istersem alacaklarını ama kararı benim vermem
gerektiğini bildiren bir mektup. Sanırım ben mektubu okuduğum anda
artık çocuk olmaktan çıkmıştım. Birden kocaman bir yetişkin olmuştum. Okuma hırsım yüzümden okulda kalmaya karar vermiştim.
Yıllar sonra hafta sonu evci çıkan yatılı arkadaşlarımla
görüştüğümde yatılılığa alışma
dönemlerinde hep beni kendilerine motto olarak alıp bak Nesligül daimi kalıyor
diyip kendilerini avuttuklarını itiraf edeceklerdi.
Yatılılıktan bana kalan miras duygu uzun yıllar boyunca yalnızlık duygusu oldu . Ben bunun yükünü yıllarca taşıdım .Önce farkında
olmayarak , sonra fark ederek, dönüştürerek
ve geliştirerek ve bu satırları yazarken gülümseyerek. Var mı böyle miras duygularınız şu anda sizi gülümseten?