24 Ekim 2013 Perşembe

Zil

Evde sakin sakin oturmuş kitabımı okuyordum. Zaman zaman  aklım düşüncelere kayıp gidiyor zihnimi susturmaya calışsam da ara ara başarılı olabiliyordum. Beyaz kedim bazen kucağımda bazen tepemde arsızca dolanıyordu. Ara ara güneş ışığı yüzümü yalıyor, bu serin sonbahar ikindisinde içimi ısıtıyordu.Çayım soğumaya yüz tutmuştu her zamanki gibi, içmeyi unutmuştum. Hafifçe tat versin diye içine koyduğum tarçını çıkardım kupanın içinden. Kitabımı kapatıp kafamı kaldırdım. Zihnimdeki düşünceye önce odaklanmaya sonra da göndermeye çalıştım. Kalkıp biraz yürüdüm evin içinde. Omuzlarıma attığım hırkam usulca kaydı üzerimden, yere düşmeden yakaladım.Tekrar koltuğuma oturdum.
Ansızın zil çaldı. Kapı zili. Beklediğim biri yoktu ,evde zil çalması pek alışık olduğum bir durum değildi. Arada komşu gelir kapıcı parası ister, arada da bir kaç arkadaş. Kimdi ki neydi ki gelen.
Bana, uzun gelen, aslında 10 saniye süren tereddütten sonra kapıya gittim, otomata bastım, dış kapıyı açmış oldum böylece. Kapıyı açık tuttum ve başında bekledim ki acaba yanlışlıkla biri benim zilime mi bastı diye. Havanın serinliği hafifçe ürpertti bedenimi.
Ağır ağır merdivenleri çıkan bir ses işittim. Kendinden emin ve yavaş yavaş merdivenleri çıkıyordu. Ayak sesinden erkek sanırım diye geçirdim içimden.
Hafif tedirgin ürkekçe beklemeye başladım.Teknik servis ya da belediye görevlisi miydi acaba ? Yoksa sürekli başımızdan kovmaya çalıştığımız anketörlerden miydi ?
Gelen kişinin sakin nefes alışlarına rağmen benim soluklarım gittikçe hızlanmaya başladı.Kimdi ki gelen ?
Borcum mu vardı acaba ödemeyi unuttuğum ? Haciz mi gelmişti ? Kapasa mıydım kapıyı ?
Ayak sesleri son kata gelmişti, usulca kapıyı araladım, kedi gibi kapının arkasından geleni beklemeye koyuldum. Kendimi sessiz sorulara bıraktım.
Bir an sordum kendime, hazır mıydım acaba ben bu geleni karşılamaya? Tüm soruların cevaplarını biliyor muydum? Bilebilir miydi insan tüm cevapları? Mümkün müydü bu? Planlanabilir miydi her şey? Yoksa zihni bedeni rahatlatıp akışa mı bırakmalı idi insan kendisini?
Zihnimde deli sorular vardı.Bir an nefes almayı hatırladım.Önce derin derin burnumdan nefes alıp vermeye başladım. Vücudum rahatlamaya başladı.
Sonra fark ettim ki ayak sesleri duyulmuyordu artık. Bir önceki katın ziyaretçisi idi sanırım gelen.
Sadece bir kapı zilinin zihnimde uyandırdığı soru yumağını düşününce hafifçe gülümsedim kendime. Portmantonun aynasında kendimle göz göze geldim. Bir selam çaktım kendime.
Usulca kapıyı kapatıp koltuğuma ve yarıda bıraktığım düşüncelerime, kitabıma geri döndüm.
Kim bilir  hazır olduğumda korkularımdan arındığımda her ne bekliyorsam benim de kapımı çalardı bir gün?

1 Ekim 2013 Salı

Buyrun ben burdayım

Ufacıktım yatılı okula başladığımda. Annemle babam beni okulda bıraktıklarında koca dünyada yapayalnız hissetmiştim kendimi.O kadar çok ağlarmısım ki beni terk edip gittiklerinde, bir gün hademe Fatma Teyzemiz annemleri arayıp bu kızı okuldan alın, dayanamıyor çok ağlıyor demiş.
Yıllar sonra bir danışan olarak koltukta oturduğumda karşımdaki uzman, özel hayatımla ilgili ilişkilerden bahsettiğimde bana aynen şöyle demişti: Bilinçaltında tüm erkeklerin seni bırakıp gideceğine inanıyorsun, bu yüzden ya terk ediyorsun onlar seni terk etmeden kendini güvenceye alıyorsun ya da ilişkiyi öyle bir çıkmaza getiriyorsun ki kendini terk ettiriyorsun. Hadi buradan yak bakalım demiştim kendime.
Deli miyim ben neden kendimi terk ettireyim, durup ilişkilerime baktığımda bir arıza vardı evet. Niye böyle adamları çekiyordum ki hayatıma derdim neydi. 11 yaşımda şartlarım farklıydı. Zihnim kısmen de olsa kabul ediyor bugün o günün şartlarını ama o küçük Nesli sanırım hala affedemedi ebeveynlerini.
El kadar masum çocuğu o kadar uzakta niye yatılı okutur ki insan. Bu kız okusun adam olsun, zorunluluktan dolayı güçlü olsun diye mi.
Spiritüel ve astrolojik kaynaklara bakıldığında doğduğum yıl vs itibarı ile eski hayatımda savaşçı biriymişim. Yalnızlığı bundan seviyorum sanırım.
Tek başına savaşan, sürekli etrafını kollayan o ilkel şartlarda önce canını düşünen biri. Günümüz şartlarında da canım çok tatlıdır onu da söylemeliyim. Savaşçı ruhun getirdiği şey ilişkiler tabi. Normal toplumda yaşamayınca ruhum, bu zamana ilişkileri geliştirmek ve başkalarına yardımcı olmak onların içindeki potansiyeli ve gücü çıkarmak için yardım etmeye gelmişim.
Koçluk bunun ilk adımı sanki.
İlişkiler benim bu ahiri dünyada sınavım anlayacağınız. İnsana yaşadığı şey normal gelir ya bir gün bir astrolog arkadaşımla hayat hikayemi konuşurken o fark etmemi sağlamıştı, şöyle demişti: Farkında mısın Nesligül aslında okul ve iş hayatın ne kadar düzgün ve iyi gitmiş, çoğu insan bunun için deli mücadele veriyor. Oysaki ben bunu belki biraz travmatik ama düzgün atlamıştım. O güne kadar ben yaşadıklarımı çok normal herkes böyle yaşıyor sanıyordum.
Her neyse gelelim terk edilme mevzu una. İletişimi öğrenmem biraz zaman aldı özellikle yüz yüze olanı..Yazmayı bu yüzden seviyorum galiba daha kolay geliyor.
En trajikomik özelde terk edilme hikayem şöyle. Bir arkadaşım vasıtası ile tanıştık ve hopp karsı taraf aşık oldu.Ben de bu ilgi karşısında seyirci kalamadım. Bir o kadar düşünceli ilgili ve romantik bir adam. Okumuş tahsilli yani. Prenses olmak harika  idi. Hiç kimse benim için şiirler, dörtlükler yazmamıştı o güne kadar. Mest olmuştum. İlk bir ay alışma süresi süper geçti.Sonra ayaklar yere basmaya başlayınca ben hep bağımlısı olduğum ilgiyi daha fazla talep eder hale geldim. Huysuz ufak bir kız çocuğuna dönmüştüm.Karşı tarafında ailevi problemleri olduğu su yüzeyine cıktı. Hafif uzaklaşmalar başlamıştı, o sırada iş nedeni ile yurt dışı seyahatine çıktım. Sabah gelen mesajlar gelmemeye ve az aranmaya başlamıştım. Dönüşte elimde hediyeler falan aranmayı bekledim tık yok. Aradığımda bir hafta süre isteyip sonrasında kestirip atan ve yapamayacağını söyleyen bir ses vardı karşımda. Yüz yüze konuşalım demişti. Ama kararımdan vazgeçmem demişti. Her neyse yüz yüze konuşmaya cesaretim yoktu. Aslında o telefon konuşmasında fark ettiğim ve beynime kazınan şey kararım değişmez lafı idi. Hiç esneklik yoktu hayatının hiç bir yerinde. Her şey siyah ve beyazdı onun için. Oysaki griler çoktu  hayatta. İnsanlar değişir gelişir. Bu katı tutum rahatsız etmişti beni, sanırım o noktada adamın benim için doğru olmadığını idrak etmiştim. Bir şekilde birbirimizin ihtiyaçlarını gidermek için kafamızdaki idealize ilişkileri yaşamaya çalışmış ama gerçekler su yüzeyine çıkınca yapamayacağımızı anlamıştık.
Bu adamın benim hayatımdaki görevi sanırım bana ilişkiler konusunda ayna tutması idi.O güne kadar gayet başarılı görünen okul ve iş hayatımın yanı sıra ilişkiler konusunda kendimi başarısız hissediyordum.Bu gerçeği kabullenmeyi ve kendimi geliştirmek için ilk adımı atmamı sağladı.
Hayata binlerce teşekkürler.